Başbakan geçtiğimiz
günlerde yaptığı konuşmalarda “değişen rejimdir ama vesayet rejimidir” dedi.
Anlaşılıyor ki Başbakan
vesayet kelimesinin anlamını bilmiyor.
Onun kullandığı
anlamda vesayet, bir ülkede demokrasinin olmaması veya yahut doğru ve tam bir
şekilde uygulanmaması demektir.
2002 de seçimle
iktidara geldiler, yani 14 yıldır tek başlarına iktidardalar, neyi yapmak
istediler de yapamadılar. Kim hukuk dışı yollarla buna engel olmaya çalıştı.
Eğer vesayet
anlayışı kuvvetler ayırımı, yani denge fren meselesi ise o 2010 Anayasa değişiklikleri ile
iktidarları döneminde zaten ortadan kalktı.
Demokratik
rejimlerin en büyük güvencesi yargı
bağımsızlığıdır.
Büyük bir başarıyla
yargı bağımsızlığını ortadan kaldırdılar, yargı üstünde öyle büyük bir baskı
kurdular ki, Anayasa Mahkemesi, kendi üyelerinin anayasal güvencelerini hiçe sayarak, önce üyeliklerini düşürdü, sonrada
bir
sulh ceza hakimi tarafından tutuklanmalarına sessiz kaldı.
Tabii bu durum yaratılan
korku imparatorluğu içinde çok doğaldı. Tayyip Erdoğan tarafından Anayasa
Mahkemesine atanan Prof. Dr. Yusuf Şevki
Hakyemez, 2011 yılında bir panelde, 1990 yılındaki Anayasa Mahkemesi’nin KHK’ları
ile ilgili verdiği kararı “örnek karar”
diye övdükten sonra, bugün aynı konuda, tam aksi yönde oy kullanabilmiştir.
Yani söylediklerini
bir anlamda yutmuş, bilimsel doğrusu yönünde oy kullanmaya, halk diliyle de “gözü
yememiştir”.
Daha birkaç gün
evvel, Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiş bir olayda, Bölge Adliye Mahkemesi, aynı konu hakkında Cumhurbaşkanı’nın
söylemini Yargıtay Kararından da üstün sayarak hüküm tesisi etmiştir.
Bu yargı mı iktidarın ayağına bağdır?
Bu AKP iktidarının fiilen
ortadan kaldırdığı yargı bağımsızlığının ve yarattığı korku imparatorluğunun
sonucudur.
Düne kadar el ele aynı menzile yürüdükleri FETO’nun
yardımıyla hiçbir hukuki ve demokratik dirençle karşılaşmadan, önce yargıyı sonra
Türk Silahlı Kuvvetlerini, Emniyeti, iç ve dış istihbaratı bitirdiler.
Şimdi sıra demokrasinin
tecelligahı olan parlamentoyu, yani Gazi Meclisi bitirmeye geldi.
AKP Milletvekili,
Cumhurbaşkanı danışmanı Prof. Dr Burhan Kuzu, KHK konusunda yazdığı kitabında,
“Olağanüstü durumlarda anayasanın değiştirilmesi kabul edilemez” buyurmuştu.
Daha iki gün evvel
Olağanüstü Hali uzattılar, bu süreçte anayasa değişikliğini tartışmak
demokrasinin temel prensiplerine zıtlık teşkil etmeyecek mi?
Olağanüstü hal
döneminde ve muhalefetin mecliste bile sesi kısılarak “rejim” değişikliğine neden olacak bir anayasa değişikliği,
yapıldığı dönem ve şartlar açısından, meşruiyet
tartışmalarını da beraberinde getirmeyecek mi?
İki partiye mensup
birkaç kişinin kapalı kapılar arkasında hazırladığı ve milletvekillerinin “beyaza imza atarak” TBMM’ye sunduğu bu
anayasa değişiklik teklifi eğer yasalaşırsa, Cumhurbaşkanına tanınan kararname
çıkartma yetkisi, meclisin çalışma
alanını çok daraltılacağı için, diğer çağdaş demokratik ülkelerdeki
demokrasinin yeşerdiği kurum olan, bunu ülkemizdeki iz düşümü Gazi Meclis, etkisiz, yetkisiz, aciz, ve
sembolik bir meclis haline gelecektir.
Gazi Meclisi bu
hale getirmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu meclis ülkenin tüm sorunlarının
konuşulacağı yerdir.
Nitekim Ulu Önder
1921 yılında “Millet ve memleket adına
ve hesabına tek başvurulacak yer burasıdır; yani yüksek meclisinizdir. Bu yasal
hakkı, doğal hakkı hiçbir sebep ve bahane ile ve hiçbir düşünce ile, hiçbir
kimseye veya hiçbir kurula terk edemeyiz” demiştir.
Bu anayasa
değişikliği geçerse, Binali Bey’in
anlattığı gibi demokrasi üstündeki vesayet kalkmayacak tam aksine Tayyip
Erdoğan’ın kişisel vesayet rejimi
yani antidemokratik tek adam rejimi
kurulacaktır. Meclis Anayasal haklarını Tayyip Bey’e devir edecektir.